Bu denetim yokluğunun ve Selçuk
sultanının tamamen güçten düşmesinin doğal bir sonucu olarak , Türk
emirleri nihayet
Anadolunun çeşitli yerlerinde
bağımsız devletler kurdular. Alaeddin Keykubat zamanındaki
birleşik devletin yerine 1300'e doğru bir düzineden fazla beylik
ortaya çıkmıştı.
Aile adı (oğulları
) Yaklaşık tarihler Hükümdarlık bölgesi
Pervane
1277-1300 sinop
Sahip ata
13,yy sonları afyon karahisar
Karasi 1300-1336
Balıkesir
Saruhan
1300-1410 Manisa
Aydın 1299-1403 Aydın
Menteşe
1300-1425 Muğla
Teke 1300-1426 Teke
Eşref -1327 Beyşehir
(Konya yakınları)
Hamit
-1391 Hamiteli
(Burdur yakınları) Germiyan
1300-1428 Kütahya
Denizli yada
ladik 1277-1368 Denizli
Karaman
1256-1483 Karaman
Candar
1292-1461 Kastamonu
Osman
1299-1923 Küçük asya v.d.
Zülkadir 1339-1521 Maraş ve elbistan
Ramazan
1378-1608 Adana
Türk hükümdarları ,
Bizans hükümdarlarıyla bazen yakın işbirliginde bulunmuşlar ve rakip
Türk hanedanları, Moğollar ve haçlılarla kesintisiz savaşlardan
sonra , Selçuk devleti herbiri kendi bölgesini genişletmeye çalışan
bir düzineden fazla beylige bölünmüştü. Bu beyliklerin sayısı ve
coğrafi dağılımı , 1300'e doğru küçük Asyanın oldukça Türkleşmiş
olduğunu gösterir.
Bu karmaşık durumda ,
bir mistik ve gizli kardeşlige dayanan dinsel yaşamın başlamasını
sağlamadaki rolllerinde iki etken ilk bakışta çelişik görünür,
öncelikle moğol istilacı önünde dışa karşı debdebeli az yada çok
birleşmiş bir devletin tepetaklak oluşu ve savaşların sonucu olarak
politik güvenligin yokolması , doğal olarak bir güvensizlik ve insan
hayatının
geçiciligi duygusuna yol açar. Dünyadan hoşnutsuzluk ve bu
yaşamı aşan bir iyi' ye duyulan yakıcı arzu , birçoklarını öteki
dünyaya ait olan dinsel bir mistiklige götürür. Başka bir degişle
yüzyıl, böylesi bir toplumsal kargaşa dönemiydi, öyle ki en yüce
ruhları dahi bir dinsel adanmışlık yaşamında iç huzuru aramaya
yöneltiyordu.
İkinci olarak bu
geçici dünyanın olaylarından uzaklaşarak dine dönmekle kuvvetli bir
zıtlık oluşturan bir etken de işliyordu, 13. yüzyıl ve sonrasında
militan bir etki vardı, dünyayı din adına fethetme yolunda savaşcı
bir istek. Bu yaklaşım anadolunun ilk islam istilacılarını
karakterize etti ve ifadesini önce 1071 dolaylarında
danişmentlilerin ve sonra da diger türk beylerinin kendilerini
tanımladıkları gaz sözcügünde buldu. Bu bakış açısında sadece inanç
gayreti degil , ama dünya nimetlerine duyulan saldırgan ilgi, yağma
umut ve baklentisi de tam anlamıyla etkili oldu.
13. yüzyılda
Hırıstiyanlıkla İsalam arasında şaşırtıcı yakınlıkta ilişkiler
buluruz. Yüzyıl başlamadan hemen önce, haçlılar küçük asyadan
geçerken , Frederick Barborossa (1190 ) komutasında Konya'yı ele
geçirdiler ve sultan bir süre için
kılavuz sağlamaya ve onlara izin
vermeye zorlandı. Bu zamandan başlayarak haçlılarla ilişki sürekli
ve uzun vadede bir etki yarattı. 1196'da tahta çıkan Rüknüddin
Süleyman, henüz Tokat beyi iken daha önceki Türk devletlerinin
örneklerini izleyerek Hıristiyan paralarının taklidini yaparak para
kestirdi. Hatta Danişmetliler üzerinde mesih figürü olan bir para
kestirdiler. Rüknüddin Süleyman'ın paralarından çok miktarda
kesildi, bugün bunlar en yaygın islam paraları arasındadır.
Süleyman'dan önce ve
sonra ii kez tahta çıkan I. Keygüsrev, Hırıstiyanlar arasında bir
sürgün dönemi yaşamış, kardeşi Süleyman'dan kaçarak onların arasın
sığınmıştır. Hıristiyan bir karısı olduğu ve hatta kendisinin
Hıristiyan
olmaya yaklaştığı söylenmektedir. Onun halefi Alaeddin
ise Konstantinople'da yıllarını geçirmiştir ve en azından
Hıristiyanlığa karşı önyargısız olduğu görülmektedir. Savaşta
ordusundaki Hıristiyan askerlere güvenir ve Hıristiyan tüccarlara
büyük imtiyazlar tanırdı. Önyargılı ortadoks İslamın etkisiz kalışı
Alaeddin in halefi II. Keyhüsrev ve diger Selçuk hükümdarların da da
görülür. Mevlana Celalleddin, hükümdarlarca oluşturulan bu örnekle
tam bir uyum içinde , Hıristiyanlara karşı hoşgörülü ve dosçaydı,
öyle ki bu bir Hıristiyan ruhbanıyla birlikte gömülmesinde sembolize
olur.
Bu yüzyılda yalnızca
Müslüman ve Hıristiyanların ilişkileri yakın degildi, fakat Selçuk
önderlerinin ve izleyicilerinin uyguladıkları islam tipi de sonradan
Safevi Şah ismail tarafından Şii ögretisi olarak resmileştirilen
İran tarzından büyük ölcüde etkilenmişti. Sarayın sanat, edebiyat ve
dili Farçanın etkisi altında olduğundan, Küçük asyaya onlarla
birlikte teolojik bir etkinin taşınması tamamıyla doğaldı.
Bu dönemde Selçuk
hükümdarlarının yaklaşımından belki daha da önemlisi sıradan halkın
pratik günlük yaşamıdır. Yüzyıl , sürekli savaşların ve sürekli yeni
politik düzenlemelerin yapıldığı bir yüzyıldır. Aynı zamanda bu
özellikle doğrudan bir güç dönemiydi, gelecegin dinsel kaderi sınır
halkları üzerindeki toplumsal etkilerin dışında biçimlenemzdi.
Anadolu Grek ve Ermenileri, kültür ve yaşam alışkanlıkları açısından
Küçük asya yı istila eden Muhammedi Haklara Konstantinape'daki
Greklerden daha çok benziyorları. Bizans başkenti için anadolu halkı
sömürülecek bir hazineden başka birşey degildi. Uç halkı orduya
asker ve vergilere para yetiştiriyordu. Bunun dışında başkent
halkına pek az şey ifade ediyorlardı. Ülkenin sıradan halkı
Konstantinape merkezi hükümetine , vergiler ve diger
|
hükümet
baskıları nedeniyle yeterince yabancılaşmış , diger tarafa geçip
istila gücü için çalışmaya hazır hale gelmişti. İşte bu nedenle
1071'deki Malazgirt savaşından sonra Selçuklu Süleyman'ın orduları
küçük asyayı hemen geçebilmiş ve onu 1077'ye doğru İznik'te yaşayan
bir bey haline getirebilmiştir. Dinsel etkinin karşılıklı ilişkisi
sürüp gidiyordu. Sivas ve Malatya danişmentleri, Malazgirt
savaşından bile önce fatih ve İstilacılar arasında yerlerini
almışlardı.
Selçukların bir
zamanlar Konya'da yada Osamanlıların Bursa, Edirne ve İstanbul'da
olduğu gibi merkezi hükümetin güçlü olduğu zamanlarda , ( yeterince
canlı bir yerel kültür olmadığında) yüksek bir yabancı kültür
geliştirme egilimi direnilemez oluyordu. Böylece başkentlerde bu
kültür gelişti, sanat ve edebiyat alanında çoğunlukla İran , dinsel
alanda ise sünni yada ortadoks etkisi ağır basıyordu. Merkezi
yönetimler giderek artan bir şekilde bu ortadoks yönde etkilenirken
, merkezdeki dinsel etkiler de bu yönde gelişme egilimine girdiler,
bu sırada halk arasında şii egilimler sürüyordu. Böylece ( Müslüman
yada Hıristiyan uçlardaki) sıradan halk arasında din Hıristiyan,
Muhammedi ve daha birçok unsurun karışımı olan bir karışım olgusu
haline geldi, işte bektaşi ve Kızılbaş mezhepleri buradan gelişti.
Hıristiyan etkilerinin İslam öncesi Türkler üzerindeki etkilerinin
13, yüzyılın küçük asya istilacıları olan Türkler üzerinde nasıl
işledigi tümüyle bilinememektedir. Oysa İslamın kesin girişinden
önce ve sonra orta asyada büyük sayıda Hıristiyan türk olduğu kesin
görülmektedir.
|
|
|