Sultan İkinci Bayezıd Han, avdan
dönüyordu. Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını
durdurdu, havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan
sonra sordu:
- Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?
Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi: "Ona Gül Baba derler"
- Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan
gazilerimizden tabiat aşığı biri
vardır ki, ona Gül Baba derler. Ak sakallı, nur yüzlü bir
ihtiyardır. Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı.
Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir.
- Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!
Artık yorgunluklar unutulmuştu. Gül Baba'nın kulübesine doğru
yürüdüler. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu,
onları kapıda karşıladı.
Padişah sordu:
- Tek başına ne yapıyorsun buralarda? Güllerin de iki renkmiş sebebi
nedir ki?
- Güllerle uğraşıyorum Sultanım. Sadece sarı ve kırmızı rengi
severim onun için iki renk gül var bahçemde...
Padişah atından indi ve onun gösterdiği mindere oturdu ve o
mübareğin kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu
giderdi.
Sonra da şöyle bir teklifte
bulundu:
"Gönlün rahat olsun"
- Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini
dinlenerek geçir!
- Sağolun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi. Amma bir
iyilik yapmak isterseniz, şu kulübemin bulunduğu yere bir
mektep-medrese yaptırınız ki, memleketimizin çocukları ilim ve irfan
öğrensinler!
- Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!
Sonra bahçeyi gezdiler... Padişah ayrılırken O'na bir demet sarı,
bir demet kırmızı gül verdi. Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına
bastı ve atını sürüp gitti.
Evliya Çelebi'nin
aktardığı üzere II. Beyazıt (1481-1512)
bir kış günü Galata sırtlarında avlanırken son derece bakımlı büyük bir bahçe içinde
köhnemiş küçücük bir kulübe görür. Kulübenin sahibi Gül Baba ile tanışan padişah,
onu bahçeye gösterdiği özenden dolayı ödüllendirmek ister ve Gül Baba'nın
isteği üzerine bu bahçeye bir mektep ve bir darülşifa (hastane)
yaptırır.
1868 yılında "Mekteb-i Sultani"
adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul, Cumhuriyet döneminde de
"Galatasaray Lisesi" adını aldı. Gül Baba'nın Sultan İkinci
Bayezıd'a verdiği o güzel kokulu sarı-kırmızı güller önce bu
lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü'nün sembolü oldu.
Galatasaray Lisesi’nin koltuk
kapısı yanından Yeni Çarşı Caddesi’nden yokuş aşağıi Tophane’ye
doğru inerken, eskiden merdivenli, şimdi dik yokuşun ortasında sağ
tarafta, birkaç ağacın bulunduğu açıklıkta Gül Baba’nın mezarı
vardır.
Kitabesinde; "Tarikat-ı aliyye meyayık-ı kiramından GÜL BABA
hazretlerinin Türbe-i Şerifi ' ’ittisalinde Acı Çeşmeli Akdemce 1285
senesi tarihinde türbedarı bulunan merhum Pirinççi Tahir Efendi
namına bina ve inşaasına olup, muahharen dahi zaman himmetiyle
çeşme-i harap, mail-i turap olduğundan, türbedarı mümailleyhin
mahdumu Pirinççi İbrahim Efendi berdi himmet ederek müceddeten bina
ve ihya edildiği hayratıdır. Sene 1287 - Miladi 1870" yazmaktadır.
Bu kitabe, 1968 yılında mektebin lise olarak kuruluşunun yüzüncü yıl
kutlamaları sırasında, Galatasaraylılar Derneği tarafından tesis ve
teşvik edilen Yüzüncü Yılı Kutlama Derneği tarafından lahtin bakım
ve tamiri sırasında tespit edilmiştir.
1531 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın
daveti üzerine Budin'e gönderilerek burada bir tekke kuran Gülbaba,
bektaşi
|
Gül Baba Türbesi Macaristan |
hoşgörüsü ile kısa zamanda Buda
halkının sevgisini kazandı. 1541 yılının 1 Eylül'ünde Budin
savaşında şehit düşen Gülbaba'nın cenaze namazına 200 bin kişinin katıldığı rivayet edilir.
Gülbaba'nın gömüldüğü tepeye de "Gültepe" adı verildi. Türbesinin yanına yaptırılan
Gülbaba Bektaşi Tekkesi, 1686 yılında yıkıldı.
Gülbaba'nın sekizgen formundaki türbesi, 1543-1548 yılları arasında
Budin Beylerbeyi olan Mehmet Paşa tarafından yaptırıldı. Osmanlı'nın
elinden çıkan topraklar arasına katıldıktan sonra bir süre şapel
(küçük kilise) olarak kullanılan
türbe, Sultan Abdülaziz'in 1867
yılındaki Avrupa ziyaretinden sonra tekrar eski formuna kavuşarak
1885'te mimar Lajos Grill tarafından onarılarak türbeye
dönüştürüldü. 2. Dünya Savaşı sırasında ağır hasara uğrayan türbe,
1963'te Macar hükümeti tarafından eski durumuna getirildi.
Bugün Türkler kadar Macarlar tarafından da ziyaret edilen türbe,
Orta Avrupa'da fonksiyonunu yitirmeden kalan önemli bir eser olma
niteliği taşıyor. Türbe, 2005 de Türk- Macar hükümetlerinin
işbirliğiyle Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nce restore edilerek ilk
yapıldığı hale dönüştürüldü. 1994 ve 1997 yıllarında Türkiye tarafından restore edilen Gül Baba Türbesi Türkiye dışından bulunan ve
Türkiye tarafından onarımına müsade edilen tek yapı olma özelligini taşıyor.
Yalniz Türkler tarafindan degil
ayni zaman Macarlar tarafindanda cok sevilen va Halen Macaristanda
Gül Baba adiyla yasatilan efsanevi bir kisiliktir. Seneler boyunca bölgede hüküm süren Osmanlı hakimiyetine rağmen
bölgede yaşayan Macar halkın aklında kalan ve hala sevdigi tek
Türk olma özelligini taşıyan Gül Baba Bektaşi öğretileri ve hoş görüsünün toplum üzerinde bıraktığı etkinin
en güzel örnegidir.
Ayni isimle bir macar
filmide mevcuttur.Evliya Çelebi, elinde büyük bir tahta kılıçla
savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, daima bir gül
taşımasının sebep olduğunu da belirtmiştir.
"Misali"
mahlasıyla şiirler yazan Gülbaba'nın eserleriyle ilgili Miftahü'l
Gayb ve Güldeste adlı yazma eserler bulunuyor.
Danimarkalı Andersen ile Macar besteci J. Huszka'nın, Gülbaba'dan
ilham alarak edebiyat ve müzik eserleri kaleme aldıkları biliniyor.