Arapça tasavvuf kelimesi yün elbise
giyinme anlamında suf kökünden gelmiştir.
Suf yün giyme anlamında kullanılır.
Suffe ehli; ise adına yün giyenler manasında "Sufi" denilen
kişilerdir ki genel kanı bu kişilerin Medine'de durcak yerleri,
sığınacak kimseleri olmayan dört yüz civarında erkekten oluştuğu
yönünde olsada, işin hakikati tamamı ile başkadır.
İslam anlayışında “tasavvuf” ile bilinen yaklaşım, batı düşünce
tarihinde “mistisizm” olarak karşılık
bulur.
Bu kelimenin Eleusinian mister(sır, gizli hikmet)lerle ilgilenme
sonunda ortaya çıktığı öne sürülür.
Misterlerin rolü, insana eşyanın içine ait bilgiyi(batıni); yani
ilahi bilgiyi kazandırmak ve insanı yeniden ezeliyete kavuşturmaktı.
Bu nedenle mistiğin objesi zamana ait dünyadan, zaman dışı dünyaya,
ezeliyete geçmek, kısaca, Allah'ı doğrudan doğruya kavramak ve O'na
kavuşmaktı.
Bu amaçla kullandıkları metod da “sülük merasimleri” idi.
Salik, bu misterler ve bunlarla ilgili merasimler yolu ile “kutsal
mahrek” olarak bilinen “Zekâ”ya kavuşmuş sayılırdı.
Bundan ötürü de bu misterleri yoldaş olmayanlara söylemek kesinlikle
yasaktı.
Mistisizme kaynak olan “Mysterion” kelimesi de, Grekçe “dilsiz
olmak, dudakları ve gözleri kapamak” anlamlarını taşıyan “Mu-O”
fiilinden gelmekteydi.
Hulasa Bektaşi olmayanların Erkâna alınmaması ve sırların Bektaşi
olmayanlara anlatılmaması şeklinde,
"Sır saklamak" olgusunu Bektaşilikte de görmekteyiz.
Tasavvuf Vahdet-i vücud görüşüne dayanan Tanrının birligini ve
dolayısı ile tüm mevcudatın bir tek vücud olduğunu,
bunun da "O" ilahi birin ta kendisi olduğunu kabul eden tüm
varlıkları bu vücudun bir parçası ve Tanrı'nın tecellisi olarak
gören inanç sistemidir.
Tasavvuf sisteminin yapısını basit bir anlatım ile yedi tane "T"
harfi ile özetleyebiliriz;
Taklit,
Temayül,
Tahkik,
Tahlil,
Tefekkür,
Tasarruf,
Tasavvuf.
İnsanlar önceleri inançlarını diger birçok şeyi de yaptıkları üzere
anne, baba ve çevrelerinden gördükleri üzere "taklit" ederek
oluştururlar,
Bazı insanlar kendilerini diğer insanlardan ayıran bir his ile
birtakım şeyleri "Temayül"(merak, meyil) etmeye başlar ki,
bu farkında olma durumu bir fitili ateşleyen sadece ezelde nasibi
olanlara bahş edilen bir sezgisel histir.
Binaenaleyh, içerisinde her an hissettigi bu farkındalığın etkisi
altındaki zat artık daimi bir arayış ve dolayısı ile de bir "tahkik"
içerisindedir.
Bulduğu ve zamanla kazandığı manasal anlatımları çözbilme yetenegi
sayesinde zat evrensel hakikat yolunda her anını "tefekkür" ile
geçirmeye devam eder.
Bundan sonraki aşama düşündügü, gördügü ve sentezledigi olguları
kendi içinde " tasarruf" ederek harmanlar ve birleştirir,
böylece artık zat "tasavvuf" ehli olma yolundaki son adımına da
ermiştir.
Tasavvuf, içsel, bâtıni bir yoldur; Allah'tan gayri herşeyden
soyunmak, “Tanrı”sal ahlakla ahlaklanmak için izlenecek yoldur;
Hakk'a giden deruni bir yoldur; Hakk ile Hak olmak yolunda ilerlemek
için izlenen yoldur;
bireysel çaba gerektirir; kişinin, kişiliğinden “kötülük ve kötülüğe
ilişkin her şeyi temizlemesi” çabasıdır.
Tanrı eğer herkesin, her kültürün Tanrısı'ysa; “hakikat” birdir,
“Hakk ile Hak olunca” farklar önemsizleşir.
Tasavvuf felsefesinde insan, Tanrı'yı yeryüzüne indirendir;
çünkü Tanrı bilinmek ister ve ancak sıfatların tümünü kendinde
toplayan, cem eden “cami” sıfatını temsil durumunda olan insan
aracılığıyla bilinebilir.
Elbetteki bu insan “kendini bilen” insandır. Yeryüzünde “Tanrı
Halifesi”dir.
Tanrısal sıfatlarla donanmış olan bu insan, “Kâmil insan”dır,
Kâmil insan, içkin ve aşkının buluşma sınırından yani “hatt-ı
istivasından” hem Tanrısal alana bakabilen,
hem de dünyayı ve evreni izleyebilen kişidir. Bu özel “hâl” onun
marifetidir. Bu yüzden ona, “Hâl Ehli” denir.
Bu özel hâlde iken kâinata “an-ı daim”den yani Hakk ile Hakk olma
(fena fillah ) hâliyle bakar.