Osmanlı Padişahları ve Bektaşilik

Osmanlı içindeki Bektaşi yapılanması ve Osmanlı padişahlarının Bektaşi olup, olmadığı her tarihte tartışma konusu olmuştur.

O dönemde geniş bir etki alanına sahip olan Bektaşiligin Saray ve çevresinde de taraftar bulması olağanüstü bir durum olarak karşılanmamalıdır.

 

Hatta Yeniçeri oçağının Bektaşi oluşu, Hz. Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli’yi pir olarak kabul etmeleri ve dahi Yeniçerilerin Osmanlının en önemli askeri kolunu olduğu düşünüldügünde bu yakınlıktan dolayı Padişahların da Tarik-i Nazenin ile münasebetleri normal olarak karşılanmalıdır.

 

Beşktaşi tarikatının Osmanlı’nın kurulmasında aktif bir rolü vardır;

Hatta ilk üç padişahın; Otman Gazi, Orhan Gazi ve 1. Murat’ın, Ahi-Bektaşi inançlı olduklarını bazı kaynaklar yazar.

 

Osmanlı Devleti’nin Sünni İslam anlayışını benimsemeye başladığı XV. asrın sonlarına kadar, Şaman inançlı atalarından izler taşıyan bir İslam inanışı dönemi yaşanmıştır.

Osmanlının yaşadığı bu dönem ve süreçte, Hacı Bektaş Veli’nin halkın gönlünde saygın bir yere sahip olduğunu gösteren anlatımlara rastlıyoruz.

 

‘Vilayetname’ nin sonlarında aktarılan, Hacı Bektaş Veli’nin Osman Gazi’ye ‘Elifi Tac’ giydirdiğine ilişkin söylence kısaca şöyledir: “Ertuğrul’un Osman adında genç bir oğlu vardı.

Babası ölünce Kayılar boyuna beğ oldu. Yarhisar, Bilecik, İnegöl ve İznik’e saldırarak kafirlerin topraklarını yağmaladı. Kafirler, sultan Alaeddin’e anlaşmalarına uyulmadığından yakındılar.

 

Sultan Alaeddin, Osman’ın amcası Gündüz Alp’e gönderdiği hükümle, Osman’ı huzuruna getirtti ve heybetini görünce hayranlığını gizleyemedi. Onu Hacı Bektaş Veli’ye yolladı.

Hacı Bektaş Veli, Osman’ı görünce başındaki Elifi Tac’ını çıkarıp ona giydirdi, ona kılıç kuşandırdı ve çerağ yaktı. Kendi kuşağını çıkarıp Osman’ın beline dolayarak önüne sofra yaydı ve ‘Haydi, bütün bu makamları al, seni din düşmanlarıyla savaşmaya salıyoruz.’ ve ‘Hünkar adımı sana veriyorum’ dedi.

‘Bu adı ve bütün bunları hep senin soyundan olanlar taşısın. Doğudan batıya dek ışığın sönmesin’ diye dua etti.”

 

Bektaşiler arasında Otman Gazi ile birlikte aşağıdaki padişahların da Bektaşi olduğuna dair bilgiler vardır.

 

1-Otman gazi (Osman Gazi)

2-Orhan gazi

3-Yıldırım Beyazıd

4-2.Beyazıd (veli)

5-Yavuz Sultan Selim

6-Kanuni Sultan Süleyman

7-Sultan Abdülaziz

 

Bunlardan bazı isimlerin Bektaşiligi tarihteki olaylara bakıldığında tartışmalıdır.

 

 

Yavuz Sultan Selim;

Şehzadeliğini Trabzonda yapmıştır. Bu sırada hem Yavuz hemde hemde Şah İsmail’in Bektaşi olduğu ve aynı kıza aşık olduğu ve hatta aralarındaki çekişmenin de bu nedenle başladığı Bektaşiler arasında anlatılır.

 

Yavuz ve Hatayi arasındaki çekişme Şehzadelik dönemlerinde başlar. Yavuz Sultan Selimin'in babası II. Beyazıt Bektaşi erkanlarına katılırdı. Hatta şah İsmail II. Beyazıta baba diye hitap ederdi aralarında mektuplaştıkları da bilinir. Yavuz saraya döndüğünde babasını önce zehirletmiş sonra boğdurarak öldürüp yerine sultan olmuştur.

 

Yavuz Sultan olduğunda Anadolu 'da halk Hatayi'nin tarafına geçmesi ve kafileler halinde İsmail’e biat etmesi Osmanlının toprak bütünlüğünü ve otoritesini sarsmış ve Şah Hatai ile Yavuz’un savaşına neden olmuştur.

 

Ordu istanbula döndüğünde Yeniçeriler içinde ayaklanma ve huzursuzluk çıktıysada sonradan Balım Sultan'a ve Bektaşi dergahına bağlılığın yenilenmesiyle yeniçeriler sakinleştirilmiştir.

 

Anadolu'daki Alevi katliamını ise osmanlı askerleri değil Şafiii Kürtler yapmıştır.  Savaştan sonra Osmanlı içindeki nakşibendi ve şafiii şeyhüsselamlar ve din adamları Şafii Kürtlere Alevi-Kızılbaş halkı katletmesi için fetva yani dinen izin verdiler, halen Şafii kürtler arasında bilinen ve aslı Topkapı sarayında olan " Yedi Alevi-Kızılbaşı öldüren cümle günahlarından arınır Cennet-i Ala'ya gider.."  sözü bu fetvaya dayanır.

 

 

Kanuni Sultan Süleyman

 

1451'de Fatih Sultan Mehmet tahta çıktığında 5.000 olan yeniçeri sayısı Kanuni'nin ölümünde (1566) 12-13.000 arası bir mevcuda ulaştığını görüyoruz yine objektif deliller ile olaya baktığımızda Osmanlı’nın en çok konuşulan askeri gücünün bu denli arttığı bir dönemde Kanuni Sultan Süleyman’ın Yeniçeri ordusu üzerindeki etkisinin tartışılmaz olduğu Bektaşi tarikatı ile münsebeti yadsınamaz.

 

Ayrıca 1531 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın daveti üzerine Gülbaba’nın, Budin'e gönderilerek burada bir Bektaşi tekkesi kurduğunu biliyoruz.

 

1541 yılının 1 Eylül'ünde Budin savaşında şehit düşen Gülbaba'nın, Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin kıldırdığı ve 200 bin kişinin katıldığı rivayet edilen cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman da katılmıştır.

 

Ayrıntılı bilgi için Gül Baba bölümüne göz atınız.

 

http://www.bektasi.net/gul_baba.html

 

 


Bektaşi Nefesleri

Bektaşi ilahilerine "nefes" adı verilir, Nefes kelime anlamı ile soluk, yani havanın alınıp verilişi demektir. Edebiyat terimi olarak ise daha çok Bektaşi dergahlarında , özel besteler ile , saz eşliginde ve genellikle bir makam ile okunan nükteli zarif manzumelere denir.

 

Türk tekke edebiyatının belli başlı örneklerini meydana getiren nefeslere yeryüzünde başka bir milletin edebiyatından rastlamak mümkün degildir.

 

Nefeslerin büyük bir kısmında İnsandan, insanın mâhiyetinden, yeryüzündeki varlıklar içinde  en yüce  mâhluk oluşundan, yani ilâhi bir yanı bulunuşundan bahsedilir. Bundan başka daha çok Bektâşilerin kendi tarikat , inanç ve düşünce sistemiyle ilgli temaları işleyen nefesler, diğer bir ifade işe Bektâşi tarikatına mahsus ilahilerdir. Bektâşiler bu şiirlere , Cenâb-ı Hakk'ın ilhamı ile söylendiğine inandıkları için "nefes" adını verirler.

Bektaşilik Tarihi

İstanbuldaki

Bektaşi tekkeleri

 

 

 

 

 

 

 

 

1925’te 677 sayılı yasa ile tekke ve zaviyeler kapatıldığı döneme kadarki, İstanbul Bektaşi tekkelerinin sayısı konusunda farklı rakamlar verilmektedir. 9, 10, 12. 13 veya 14 gibi..

 

II. Mahmud döneminde bir çok Bektaşi öldürülmüş, bir çok Bektaşi tekkesi yıkılmış, bazıları Nakşi tekkesine çevrilmiştir. II.Mahmud döneminde Bektaşilere yapılan kıyım ve Bektaşilikle ilgili zaten çok az olan vesikaların yakılması ve ortadan kaldırılması çok önemli bir tarih kıyımını da beraberinde getirmiştir.


Kaygusuz Abdal


Alâiye Beyi Hüsameddin Mahmud’un oğlu Kaygusuz Abdal‘ın asıl adı Alaaddin Gaybi’dir.

 

İyi bir öğ­renim görmüş, genç yaşta Abdal Musa’ya derviş olarak Kaygusuz adını almıştır.

 

Derebeyi oğulluğundan istifa ederek, dervişlik hırkasını giyen

Gaybi'nin hakikatin peşinde olduğu ve bunu da Mürşidinde bulduğunu anlatan Bektaşi Menkıbesine göre ;

 

“Teke (Antalya) ilinin Alaiye (Alanya) sancak beyinin oğlu Gaybi Bey, 18 yaşındayken arkadaşları ile ava çıkar. Avlanırken tepe üzerinde bir ahu(ceylan) görür beyzade. O esnada ahu onun önüne çıkagelir. Gaybi Bey onu görünce hemen bir ok çıkarıp, ahuya fırlatır. Kirişten çıkan ok ahunun sol koltuğunun altına saplanır fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. Gaybi bey de ardına düşer.


Site en iyi Firefox tarayıcı ile görüntülenebilmektedir.

site © 2006-2012 Bektasi.net ©- Her Hakkı Saklıdır - Bu sitede yazılanlar bilgi amaçlıdır.

Bu Sitenin ve yazarının Bektaşilik ile organik bir bağı bulunmamaktadır.

Sitede hazırlanması esnasında var ise gözden kaçan eksik, yanlış bilgiler ve hatalar Bektaşilige mal edilmemelidir.

Aldığımız Feyz ile Tarikat-ı Bektaşi'ye hakkında bilgi veren İnternet Sitesini Derlemek Cürretinde Bulunduk.

Eksiklerimizin Tamamlanmasını Hatalarımızın Af 'fını Hak Erenlerden Niyaz Ederiz.