Bektaşilik asırlar boyu Anadolu ve Rumeli de hüküm sürmüş en büyük
Türk tarikatıdır.
Düşüncesi, duysusu, edebiyatı, dili, kültürü hulasa herşeyi
Türktür ve Türkçedir. Bunula beraber başta İslamiyet olmak üzere
bütün Asya dinleri ve felsefeleri, Şamanlığı, Brehmenligi,
Budistliği, Zerdüştlüğü, Hulul ve Tenasühü, Yahudiligi,
Hristiyanlığı, Teslisi, Huufiliği, Babaigiligi, Batınılgi,
Caferiligi, Şiiligi, İmamiligi, Melamiligi, Ahiligi, Kızılbaşlığı,
Kalenderiligi, Hayderiligi ve daha bir çok görüş ve düşünüşleri
içeren, kendinde toplayan bir Syncretisme(açık seçik bir biçimde
tasarlanmadıkları halde, sanki birbirleriyle bağdaşıyormuş gibi
görünen düşünceleri ve savları bir araya getiren öğreti) dir.
Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi
tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur. Bektaşi düşünce sisteminin temeli
olan Vahdet- i Vucud görüşüne göre her şey Hak’kın bir parçası ve
yansımasıdır. Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır.
Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri
kapsamıştır, tektir, önsüz ve sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri
ve zıddı yoktur. Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler O'nun
zatından sıfatlarının tecellisidir.
Varlıkta
O’nu gören yine O’ndan başkası degildir. "O"
kendi nefsine Zahir ve kendi nefsinden Batın dır. İnsan ve eşya
isimleri ile anılan hep “O” dur. Konuşan birdir. “O”
da
dinleyenin aynidir. Kısaca, varlık (vücud) birdir. Nefsini görmekte
Hak, senin aynandır. Sen de O’nun esmasını ve esmasının
zuhruna ait hükümleri görmesinde O’nun aynasısın. Alem
onun tecelli (Emanation) ve zuhur (Procession) udur.
Bu meydana çıkma; tecelli ve zuhur bir takım taayyün(determination)
dereceleri ve iniş (tenezzül) mertebeleriden geçer. Yani yaradılış
bir meydana çıkıştır ve iniş mertebeleri de sıfatlarda bilkuvve
mevcud
olan
istidatların derece derece görünüşünden başka bir şey degildir.
Bektaşi olan can evvela “Allah birdir” remzinin manasına arif
olur; zira baktığı Madde aleminde onun eşsiz birligine delalet
etmeyen hiçbirşey yoktur,
Hayal de
ise ancak çokluğa delalet eden gölgeler ve hayali varlıklar
mevcuttur. Hazreti Muhammed ;” Nas uykudadır , öldükleri vakit
uyanırlar”
buyurmuştur. İnsanın dünya hayatında gördügü şeyler uyuyan kimsenin
rüyasında gördügü şeyler gibidir yani, hayaldir, birer yansımadan
ibaretdir.
Allah her
görenle görür ve her görünende görünür.
(Bakara
-115:
Doğu tarafı da batı tarafı da Allah’ındır. Hangi tarafa
dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır).
Şu halde
Hak’kı Hak’tan Hak gözü ile gören kimseler Hak’kı bilenlerdir.
Ahirette görmeyi bekleyenler ise cahildir.
(İsra -72: Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür…)
Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin
tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden
birinin belirişidir.
RAHMAN - 29 kulle yevmin huve fî
şe’nin.
O”
hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş)
üzerindedir.
Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının
değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları
 |
yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise
beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama
kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır.
Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı
Allah'ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların
yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı
da "Şehadet Alemi" olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı;
gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği
alemdeki çokluk Tek'in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta
Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir
varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak
Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız
vücud, Ümmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet)
Alemi de denir.
Tasavvuf yolu bu amaca hizmet eden bir takım işaret
ve sembollerden müştakil bir yüce yoldur. Bu
semboller insanı Mutlak Vücud ‘un sırrına ulaştırma yolunda
Güzellik ve Aşkı kullandığından akıldan ziyade kalbe, sezgisel hisse
hitap eder.
İnsanların tümünde ulviyet, uluhiyet
kabiliyeyeti vardır. Fakat insanların hepsi bu kabiliyetlerini idrak
edememektedirler, ancak ezelde nasibi olanlar idrak edip hakikatı
görebilmektedir ve “Allah birdir” remzinin hakiki
manasınıanlayabilmektedirler.
Hulasa bu yolda (küntü kenzen mahfiyyen, kutsi
hadisinde anlatılan yaradılış meselesinden başlayarak tüm sorular
cevap bulur. Buda ancak Hakka arif olmak ile mümkündür.
Tasavvuf
yolu herşeyden önce nefs terbiyesi yoludur.
Nefs
terbiyesinde maksat nefsi bilmektir. Nefsi bilmekten maksat da,
herşeyden önce, nefsi şehvet, kibir, kin, gazab, hased, riya gibi
kötülüklerden sıyırmak, kalbi de bütün dünya ve hatta ukba
sevilerinden tezkiye ve tavsiye etmektir. Kalbinde ilahı nuru
parlatmış olan gerçek kamil bir insan da artık Hak’kı tamamiyle
gizli ve açık bütün yönleri ile bilmiş olur. Zaten insanların
yaradılışındaki maksat da geregi gibi Tanrı’yı bilmek ve geregi gibi
Tanrı’ya benzemektir, arif bir insan olmaktır.
Diğer bir
degiş ile
İnsanın yaradılışındaki gaye , Tanrı’yı bilip tanımak
ve O’na ulaşıp kavuşmaktır.
O halde
Allah’ın nefsini bilmek isteyen kimse alemi bilmelidir. Çünki
nefsini bilem kimse, nefsinde beliren Rab’bını da bilir.
“Çıkar
kendini aradan, kalsın seni yaradan”
şiirindeki
anlatım ile ikiliksiz birlige ulaşmaktır.
Bektaşilik de bu ögretinin adı “ ölmeden önce ölmektir”.
Bu felsefenin
de düğüm noktası "varlık-yokluk" ilkesidir. Asıl olan
varlıktır.Yokluk ise varlıktan yola çıkıp, yine ona dönen dalgadır.
Her şey o Var'ın sır ve cemâlinde zuhur eder. Mevcudat o asıl
olandan yani nurdan bir şuledir. İnsanlar başlangıçta mahrutun
kaidesindedirler, mahrut(koni) kaidesi geniş tepesi ise tek bir
noktadan ibaret bir şekildir. İnsanlar tekamül ede ede mahrutun
kaidesinden yukarı doğru yükselmeye başlarlar. Kasretten vahdete
felsefesinin manası budur. Yükselmek benligi anlamak ve hakikata
yani Allah'a yaklaşmak demektir. Buda kendi benliginden
kurtularak Tanrı da yok olmaktır. Fenafillah makamıdır. Çünkü
dirilmek için ölmeden önce ölmesini bilmek gereklidir. İnsan ancak
kendi benligini mahf ederek içerisinde bulunan vücudun gerçek
sahibini ortaya çıkarabilir.
Kaygusuz'un
dedigi gibi;
"Bu âdem
dedikleri,
el
ayakla, baş değil,
âdem
manaya derler,
suret
ile kaş değil"
Dört kitabın
mânâsının
âdemde
olduğunu görebilmek ve bunu zevk etmek önemlidir.
Şöyle der Kaygusuz:
"Bu âlem bir ağaçtır
Meyvası olmuş âdem
Matlup olan meyvadır
Sanma ki ağaç ola..."
Ne var ki sadece insanla da iş bitmez, yaşayan her şey bir "tecelli"
olduğu için, kutsaldır. Bu nedenle de "nefs" mutlak terbiye
edilmelidir. Anlayan anlar. Kaygusuz'un nasipsiz kulaklara
söyleyeceği sözü, nefesi yoktur.
Ne demiş üstat
Neyzen Tevfik Azab-ı Mukaddes'inde:
"Kapılmışım aşk oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefâya, cevre
Uğraya uğraya devirden devire
Bütün kâinatı aşarak geldim..."

|